Dünyanın en güzel, en verimli topraklarında yaşıyoruz. Uzun uzun güzelliğini betimlemeye ne gücümüz ne de köşemizin boyutları yetmeyeceğinden şiire sığınalım. Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun dizelerine başvurursak;
‘’Bu Anadolu var ya bu Anadolu
Bu misli menendi görülmemiş cömert ana
Bu her yanı meme; her yanı dudak, her yanı gül
Bu zırnık almadan veren; yediveren gül.’’
Şiire başvurunca Nazım Hikmet’in Anadolu’muzu betimleyen o eşsiz dizelerini atlamak olmaz.
‘’Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.’’
Bu güzel coğrafyada, Anadolu’da kurulu Türkiye, Doğu ile Batı’yı, Kuzey ile Güney’i kesiştiren bir noktada. Asya ve Avrupa kıtaları arasında köprü konumunda. Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan boğazlarıyla Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu’daki enerji kaynaklarının kesiştiği noktada jeopolitik ve stratejik yapısıyla bütün dünyanın dikkatini değil günümüzde, asırlardır çekmektedir. Sadece coğrafyasıyla değil, kıtaların, kültürlerin, dinlerin ve tarihi dinamiklerin kaynağı olmasıyla da iştah kabartıcıdır.
Bunun bir anlamda bedellerini ödemekteyiz. ‘’Neler çekmiş halkım türküler şahit’’ diyor ya ozan. Karşı karşıya kaldığımız tüm emperyalist çullanmalar bunun bedelidir...
Güzel olmak zordur. Gözler üzerinizde olur, mutluluğunuz engellenir. Bu yüzden büyüklerimiz mutluluk dilerken; ‘’Allah çirkin şansı versin’’ derler. O halde bu topraklar üzerinde yaşayan bizler, dünyadaki her ulustan daha uyanık olacağız, güçlü olacağız. Günümüzde en büyük güç bilim ise; ‘’gerçek yol gösterici akıl ve bilimdir’’ diyen Atamızın sesine kulak vereceğiz.
Memleketimizi seveceğiz, Taşıyla toprağıyla, insanıyla, kurduyla kuşuyla…
Sevmesek ne olur?
O da bizi sevmez, bize yar olmaz.